Ögeler etikete göre görüntüleniyor: 11 Eylül

Almanak 2004ABD Başkanı Bush, ikiz kulelerine yönelik saldırıya yanıt olarak iki ülkeyi işgal etmesine varan politikalarını “İslami terör”le mücadele olarak adlandırdı. Bush ve Neo-muhafazakar ekibi açısından bu hamlenin, çoğunluğu Müslümanlardan oluşan bir coğrafyayı, ABD’nin çıkarlarını bakımından yeniden yapılandırma süreci olduğu ise, zamanla daha fazla netlik kazandı. ABD’nin, Soğuk Savaş döneminde SSCB’den geldiğini öne sürdüğü “kızıl tehdit”i, “yeşil kalkan”la çevreleme politikası bağlamında Usame Bin Laden’in de aralarında bulunduğu radikal İslamcı grupları desteklemiş ve eğitmişti. Soğuk Savaş döneminin ardından bugün gelinen noktada “radikal İslam” ABD açısından “İslami terör” anlamına geliyor ve işgallerle sürdürdüğü politikalarına meşruluk kazandırmak bakımından bir sıçrama tahtası gibi kullanıyor. ABD’nin İslam coğrafyasında uzun yıllar görev yapmış ve bu coğrafyayı çok iyi bilen uzmanları tarafından politik bir kimlik kazandırılarak ABD cephesinin önüne sürülen “ılımlı İslam” ise, Soğuk Savaş döneminde “radikal İslam”ın üstlendiği yere konumlandırıldı.

Mitler ve efsaneler gibi dinin de, politika tarafından geçmişten alınıp bugüne getirilen ve yeni işlevlerle sahnenin önüne sürülen bir özellik taşıdığı biliniyor.

11 Eylül’den sonra ABD’nin “Ilımlı İslam”ı destekleme politikası, bu kimliği kullanan her politik aktör açısından yeni bir durumu da ortaya çıkarmış oluyor. Ya ABD politikası, onun yeni dünyası içinde etkili bir yer edinebilmek adına onun tarafından “okunup üflenilip” yeniden yapılandırılmaya açık olmak ya da ABD’nin İslami nüfusun çoğunlukta bulunduğu coğrafyaya yönelik işgaline açık bir tavır olarak, onun “İslam”a ilişkin tasarruflarını da deşifre etmek.

Ek bilgiler

  • Yazar Fatih Polat
  • Yıl 2004
  • Kurum Evrensel Gazetesi Yazı İşleri Müdürü
Yayınlandığı kategori Politika

almanak20001"Tüm Amerikan halkına sesleniyorum. Amerika artık savaştadır."

Tüm dünya daha 11 Eylül'de yıkılan kulelerin şaşkınlığını bile üzerlerinden atamadan, ABD Başkanı’nın artık yeni bir dönemin başladığı sözleriyle irkildi. Yeni dönemin adı: SAVAŞ, adres: AFGANİSTAN

Televizyonlar, gazeteler, hükümetler hepsi aynı anda ve tek bir yerden düğmeye basılmış gibi, ABD'nin savaş kararında haklı olduğunu, teröre karşı ortak mücadele edilmesi gerektiğini günlerce tekrarlayıp durdular. ABD'ye bağlılıkla her zaman övünen Türkiye Hükümeti ve medyası da bu kervana katıldı. Hatta Türkiye'dekiler bu konuda biraz daha ileri giderek, değişen dünyada artık daha aktif rol almak gerektiğini ve ABD'nin yanında sadece söylemde değil, fiilen de yer alınması gerektiğini söyleyip durdular.

Ve çok geçmeden ABD'nin savaş çığlıkları, yanlarına diğer emperyalist ülkeleri de alarak Afganistan'da hayat buldu. Tüm dünya sanki Körfez Savaşında I. Bölümü çekilen bir filmi canlı izlemeye devam etti.

Bugün daha açık görülmektedir ki savaşın amacı ne terörü bitirmek ne de Usame Bin Ladin'i yakalamak. ABD bu müdahale sonrası başta Afganistan ve çevresi olmak üzere tüm stratejik bölgelerde askeri, siyasi etkinliğini arttırdı. Yeni üsler, askeri yığınaklar ekledi. Ve savaşın sadece Afganistan'la sınırlı kalmayacağını ilan etti. Nitekim bugün ABD'nin en sadık müttefiki İsrail'de Filistin'e karşı tarihin en acımasız katliamlarından birisini başlattı. Gerekçe yine aynıydı "Terörü bitirmek". Sırada Irak var. Şimdi herkes kalemlerini, silahlarını çekmiş bu savaşa hazırlık yapıyor.

Tüm savaşların kurbanları masum halklar oluyor. Ve savaş sadece bombaların düştüğü, silahların patladığı yerlerle sınırlı kalmıyor.

Ek bilgiler

  • Yazar İsmail Özhamarat
  • Yıl 2001
  • Kurum Disk Genel İş
Yayınlandığı kategori Emek Hareketi

almanak2000111 Eylül’de ABD’nin New York (İkiz Kulelere), Washington (Pentagon’a) ve Pennsylvania kentlerine yapılan saldırı çoğunluğu Amerikalı 60 ülke yurttaşı yaklaşık 3000 kişinin ölümüne yolaçtı ve çevrede büyük yıkım yarattı. TİHV olarak bu insanlık suçu oluşturan terör eylemine, bir açıklama yaparak tepki gösterdik.. Bu trajik olaylarda yaşamını yitirenlerin ailelerine ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve bazı sivil toplum kuruluşları aracılığıyla başsağlığı diledik, acıları paylaştık. Sorumluların yargılanmasını da uluslararası yargı kurumlarına bırakılmasını, bu eylemin yeni ölümlere yol açacak askeri yöntemlere başvurulmasının gerekçesi yapılmamasını önerdik. Açıklamamızın üçüncü noktası da terörle mücadele adı altında uluslararası ve ulusal düzeyde alınacak önlemlerin temel hak ve özgürlükleri kısıtlamaması gerektiğini dile getiriyordu. Ancak olayın dehşet verici görüntü ve sonuçları özellikle Kuzey Amerika, Avrupa ve diğer bazı ülke halklarını korku öfke ve intikam duygularıyla yükledi. Benzeri muhtemel terör eylemlerine karşı güvenliğin sağlanmasının öncelikli ulusal görev haline geldiği güçlü bir medya desteği ile Amerikan ve dünya kamuoyuna kabul ettirildi. ABD’de Kanada’da Batı Avrupa’da Asya ve Afrika’nın bazı yörelerinde insanlar kimlikleri nedeniyle hedef haline geldiler. Müslümanlara, Araplara, Sikh’lere ve camilere yönelik ırkçı saldırılar oldu. Bir kez daha barışçı ve adil olma eğilimi değil, şiddet kullanımı, güçlülerin hesapları ve çıkarları dünyaya egemen oldu.

Ek bilgiler

  • Yazar Yavuz Önen
  • Yıl 2001
  • Kurum TİHV Başkanı
Yayınlandığı kategori İnsan Hakları

11 Eylül 2001 günü, Amerika Birleşik Devletleri’ne yönelik şiddetli bir saldırıya sahne olsa da, bu tarihin ABD’nin dünya üzerindeki çıkarlarına aykırı bir süreci açtığı doğru değildir. İlk andan başlayarak belli ölçülerde taraf bulan bir yorum, ABD’nin “dünya hakimi” imajının sarsıldığı, bu ülkenin de “darbe alabilir” olduğunun kanıtlandığı yolundaydı.

11 Eylül saldırısına ilişkin bir saptama olarak elbette bu yorum açık bir gerçeğe işaret etmektedir. Ancak sürecin bu yönde şekillendiğini düşünmek, sonrasındaki gelişmeler göz önüne alındığında son derece temelsiz kalacaktır. ABD emperyalizmi 2001 sonbaharında, yaklaşık on yıldır sürdürdüğü dünyayı yeniden biçimlendirme/yapılandırma -ya da daha klasik bir terim kullanırsak emperyalist paylaşım- stratejisinde kendisini aniden daha donanımlı ve güçlü bir konumda bulmuştur. Bu sonucu ortaya çıkartan faktörlerin rastlantısal olduğunu düşünmek ise olanaksızdır.

ABD’nin dünyanın yeniden yapılandırılması yönündeki faaliyetlerinde, bu denli geniş bir meşruluk elde etmesine uzun süredir rastlanmamıştı. Ne Körfez Savaşı, ne Yugoslavya’nın bombardımanı sırasındaki atmosfer, 11 Eylül sonrası ile, bu açıdan karşılaştırılamaz. ABD’nin saldırıya cevaben yapacağı/yapabileceği her şeyin “normal” sayılması bir ön kabul haline gelivermiştir. Böyle bir atmosferin şekillendirilmesini, kuşkusuz Washington uzun süredir arzu ediyordu. 11 Eylül sonrası sık sık gündeme getirilen medeniyetler savaşı gibi başlıklar, yoksul ülkelerden göçün, kaçak işçiliğin, buna karşılık Batıda ırkçı akımların güçlendiği bir ortamda, emperyalist politikaların ideolojik rasyonalizasyonu yönünde bir deneme sayılmalıdır.

Ek bilgiler

  • Yazar Aydemir Güler
  • Yıl 2001
  • Kurum Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Başkanı
Yayınlandığı kategori Politika

almanak20001Bu çarpıcı ama bir o kadar da yanıltıcı başlık (soru işareti hariç) Slajov Zizek’in yazdığı bir makaleye ait (2001: 48). Muhtemelen Zizek, dünyadan habersiz sıradan Batılı (ve özellikle de dünyadan habersizliğin timsalı olarak sıradan Amerikalı) okuyucunun yaşadığı sarsıntıyı etkili bir biçimde yansıtmak için bu başlığı seçmişti. Zizek, bu ifadeyle, geçtiğimiz yıllarda oldukça popülerlik kazanan Matrix adlı filmde terörist ilan edilen Morpheous’un filmdeki baş kahramana söylediği bir söze göndermede bulunuyordu. Filmdeki bu söz dünyadaki bir çok insan gibi hayal dünyasında yaşayan kahramınızın gerçek dünya ile karşılaşmasından sonra söyleniyordu. Zizek’e göre Batılılar 11 Eylül terör saldırısının ardından gerçeğin çölüyle karşılaşmak zorunda kalmıştı. Esasında bu yargı, yaratıcı ve başarılı olduğu teslim edilmesi gereken 11 Eylül saldırısından sonra akla gelen ilk şeydi. Bu bireysel terör saldırısı dünya kapitalizminin hegemonik devleti olan ABD’nin hep söylendiği üzere tam kalbine indirilmiş bir darbeydi ve belki de bu ülkenin yaşamış olduğu en sarsıcı saldırıydı. İlk günlerde bu darbenin ABD’ye olan maddi ve manevi tahribatının ölçüsünü tahmin etmek bile zordu. Bu kadar sarsıcı bir olaydan sonra dünya artık aynı olamazdı, ve mutlaka insanlar gerçekleri göreceklerdi.

İşte başlığın yanıltıcılığı da buradan kaynaklanmaktadır: Bireysel bir terör eylemi ne kadar etkileyici olursa olsun, dünyadan habersiz güruhu gerçeğin ne çölüyle ne de vahasıyla karşılaştırabilir. Böyle bir olayın ardından emperyalistlerin eline daha fazla koz geçmesi ve ırkçı, şoven ve militarist ideolojinin daha fazla salgılanması maalesef sıradan insanları gerçeğe daha çok yaklaştırmıyor. Peki gerçek nedir ve yaşanan bu olayın teorik açıklaması nasıl yapılabilir? Bunun yanıtının teorik düzeyde ancak kısmen verebileceğimi sanıyorum. Zira gerçeğe yaklaşmak sadece teorik düzeyde olmuyor, eleştirel-pratik bir boyutun da içerilmesi gerekiyor. Teori ise pratiğin bir biçiminden başka bir şey değildir ve eleştirelliği ölçüsünde gerçeğe yaklaşmakta yardımcı bir araç olabilir. Burada 11 Eylül olayının gerçeğine kısmiliğinin bilincinde olarak ve eleştiri vurgusu yaparak yaklaşmaya çalışacağım. Bugün vurgulaması gerektiğini düşündüğüm üç eleştiri var: Emperyalizm, Kültürel Irkçılık ve Din.

Ek bilgiler

  • Yazar Emre Aslan
  • Yıl 2001
Yayınlandığı kategori Politika

almanak2000111 Eylül saldırısı, veya tam da ABD'ye yakışır adlandırmasıyla "9/11", pek çokları tarafından bir "milat" olarak değerlendirildi. 11 Eylül'den sonra dünyada "hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı". Ancak eskiyenin ne olduğu, yeni gelenin ne olacağına dair fikirler ayrışıyordu.
ABD'nin Afganistan, Pakistan, Yemen, Gürcistan, Filipinler ve Kolombiya'ya yönelik askeri müdahalelerinin derinleştiği, Irak, İran, Küba, hatta Nepal gibilerinin "sıraya" koyulduğu bugünden bakıldığında, 11 Eylül ile değişenin, bir "perde"den ibaret olduğu görülüyor. SSCB'nin çökmesinin ardından, Yeni Dünya Düzeni adıyla bilinen illüzyon perdesi, 11 Eylül vesilesiyle kaldırılıp bir kenara atıldı. Orasından burasından yenilmişliği, delik deşik olmuşluğuyla, artık pek bir işe yaramıyordu zaten.
Durum bu olunca, 11 Eylül, emperyalist sistem içindeki çeşitli taşların, iradi veya değil, "yerli yerine" oturtulduğu bir süreç olarak, "milat" olmasa da bir "dönüm noktası" niteliği kazanıyor. Bölgesel savaşların, etnik boğazlaşmaların yeni bir tırmanışa girdiği bir süreçten bahsediyoruz; ABD'nin adım attığı her bölgede bir kargaşa çıkması veya eski çatışmaların alevlenmesi, bunun bir göstergesi.

Ek bilgiler

  • Yazar Taylan Bilgiç
  • Yıl 2001
Yayınlandığı kategori Politika

almanak2000111 Eylül saldırısı, ABD’nin nesnel konumu ile bu konumun Amerikalılar ve dünyaca algılanışının “özel” bir dönemine denk geldi. ABD, uluslararası ekonominin “küreselleşme” olarak tanımlanan yeni bir birikim evresi üzerinde “Yeni Dünya Düzeni”ni kurmak üzere ideolojik, ekonomik, politik, askeri bir inşa sürecini başlatmıştı. Hem ABD’de, hem de dünyanın büyük bölümünde, bu ülkenin, kendi yaşam tarzından ve Amerikan sermayesinin “çıkar ve ihtiyaçları”na yanıt verecek biçimde, dünyayı yeniden yaratmak üzere olduğuna inanılıyordu. Yeni ve hiç bitmeyecek bir Amerikan Çağı, bir Pax Amerikana, “Tarihin Sonu” ya da “liberal kapitalizmin nihai utkusu” üzerinden bin yıllık bir Amerikan hegemonyasıydı insanlığın ufkunda görülen. Özellikle de Amerika’dan bakınca böyleydi bu.

Ek bilgiler

  • Yazar Haluk Gerger
  • Yıl 2001
Yayınlandığı kategori Politika
Ara...